Balaban Aşireti / Aşira Balabanu

Mikail Aslan



ZERNKUT / SiMYA

Evet, tutunduğumuz piri kâmillerimiz, yüzlerini dünyadan öte dönmüştü. Lakin onların son sözleri, zamanede aşikâr etmekten çekindikleri kadim sırlarıdır ki; o sır dağların tenhalığına çekilmiş, küllere gizlenmişti. Saklı duran kitabeler ve taş tabletler misali günışığına döneceği zamanı bekliyorlardı. Ki taşın sabrıyla billurlaşıyordu zaman, âsil güzelliğine erişmek için. Yerin ulaşılmaz katlarında  kendini saklayan değerli cevher, sırlar ve hazineler keşfedilmeyi bekler...

12 yıl aradan sonra hasretini çektiğim memleketime 2006 yılında dönmeye nihayet olanak bulmuştum.  Heyecanımdan olmalı, İstanbul’a iner inmez deliksiz bir uykuya çekildim. Öğlen vakti ezan sesine uyandım: İstanbul’da olduğuma inanabilirdim artık.

İçinden derya akan o öfkeli şehirde oyalanmadan, Dersim’e, ata topraklarıma doğru yoluma devam ettim. Mezra Ovası’nı geçerken sıla kokusunu duyumsamaya başladım. Mameki hattından ilk kez gidiyordum. Sorpiyan’a varınca Yusuf ağabeye beni indirmesini rica ettim. Karşıda Mazgirt dağları ve Mameki görünüyordu...
 
İşte tam burasıydı, Pirimiz Usêne Sêydi’nin idama götürülürken, omuz başından dönüp son kez Welat’a baktığı o yer.  Usêne Sêydi’yi, Seyit Rıza’yı, onlarla birlikte darağaçlarında can verenleri ve kırım kıran günlerinde yitip giden on binleri anımsayarak, eğilip yeri öptüm.

Sanki 12 yıl değil, 70 yıl sonra karanlık mahzenlerden, ışık sızmaz çile mağaralarından dönüp gelmiştim! Atalarımızın Derviş Toprağı adını verdiği bu yerde arınmışlık duygusu veren bir şeyler vardı. Her dağının, koyağının ayrı bir söylencesiyle kutsandığı, mitlerle anıldığı bu yer, masalsı bir âleme aralık duran gümüş kapısıyla, dağlarca yükselen doğal duvarlarıyla, ülke içinde yitik bir ülke gibiydi. Yenik Şahların, başarısız isyancıların, kayıp kavimlerin, kadim yurtsuzların, sürgünlerin gelip baht tuttuğu kutlu ve lanetlenmiş bir diyar...

Mîjdanîa to bidime kamî ?

Gelenin müjdesini kime vermeli? Yolaklar üstünde yol gözleyenin kalmadığı bu yerde: ne çok oğul, ne çok kız uğurlanmıştı dönüşsüz yollara. Gidenin bir daha geri gelmediği, kalanın beklentisini yitirdiği bir zamana dönmüştüm. Burukluk karışmıştı sevincime. Doğup büyüdüğümüz köyler, mezralar ıssızlık içindeydi. Devrik taşlarıyla, virane köylerin evlerine bakan mezarlıklar gibi suskun ve ıssız...

Ovacık’taki ziyaretgâhında ahir günlerini yaşayan Fırık Dede’yi ziyaret etmem gerekiyordu öncelikle. Varıp O piri kâmilin eşiğini, elini öptüm, niyaz verip, karşısında özümü dara çektim. Bin imbikten damıtılmış efsunlu kelimelerle okşadı ruhumu Pirim; destur verip, kanatlı sözlerle uğurladı bizi yolağından.
“Bükülü giden Xozat’ın yolları”na düştük oradan. Yol boylarında, dillerine Elqajîye’yi dolamış çocukların avazlarında aradığımı buldum. Evet, Mîraz’ı devralmıştı çocuklar,  endişeye mahal yoktu!

  
Nedir ki, her evden bir düzine çocuğun seğirttiği o kalabalık köylerde, tek tük kalmış çocuklar, oyun arkadaşları bulamıyor, ıssızlığa düşen kendi gölgeleri peşinde koşturuyorlardı. Yüz Yılın bitimsiz yıkımlarından yorgun Welat terki diyar edilmiş bir hal içindeydi.


Gecikmiş bir kavuşmaydı benimkisi de...

Son günlerinde görebilme bahtiyarlığına kavuştuğum Fırık Dede nin de konuşacak takati kalmamişti artık, konuşmak da istemiyordu zaten. Kendisinin deyimi ile o ve arkadaşları anlatmamak için îqrar vermişlerdi birbirlerine! îqrar verenler yas içinde birer birer yitip gidiyorlardı evlerimizin arka odalarından; rızalık almadan, rızalık vermeden.  Okunamadı; Yazıları okunamayan  birer tarihi tablet gibi asılı kaldılar belleklerimizde…
       
Evet, tutunduğumuz piri kâmillerimiz, yüzlerini dünyadan öte dönmüştü. Lakin onların son sözleri, zamanede aşikâr etmekten çekindikleri kadim sırlarıdır ki; o sır dağların tenhalığına çekilmiş, küllere gizlenmişti. Saklı duran kitabeler ve taş tabletler misali günışığına döneceği zamanı bekliyorlardı. Ki taşın sabrıyla billurlaşıyordu zaman, âsil güzelliğine erişmek için. Yerin ulaşılmaz katlarında  kendini saklayan değerli cevher, sırlar ve hazineler keşfedilmeyi bekler...

Bir simyacının esrarı ve ısrarı gerektir altın saflığına ulaşmaya. Zernkut inceliği ve hüneri taşımak; ehli bir sarraf olmak gerektir, paha biçilmeze o ışıltılı biçimini vermeye. 

İşte böylesine bir özenle Agêrayîs’den Kîlitê Kou’ya, Mîraz’dan Zernkut’a... o meçhul izleri takip ederek yol alageldim. Yön aldığım kayıp işaretleri, kimileyin uçurum boşluklarına çağırsa da,  o ezgin klamların, şarelerin tonlarına en hakikatli karşılığın uçurumlardan yankı bularak döneceğini bilenlerdenim.

Musahibin bile musahibe ikrar verirken ikilem yaşadığı zamanede, ilk tondan beridir muhabbetle yola koyulduğumuz Kamer Söylemez ile halen aynı istikamette yürüyebilmeyi bahtiyarlık payım sayıyorum. Albümün en güzel şarkıları yine onun imzasını taşıyor. Xızır’dan dileğim varlığı daimi olsun. Memleketime dönmem hususunda bazı bürokratik engellerin aşılması için bana destek sunan değerli insan Hasan Saltık ve yedi yıldan beridir beraber yürüdüğüm Ensemble yol arkadaşlarımdan Dieter Schmalzried , Michael Weil,  Cemil Koçgün, Zafer Küçük ve Yasin Boyraz a da ne kadar teşekkür etsem azdır.

Değerli Ozan Rençber Aziz’in klamlarındaki tekstlerden dolayı bana yardımcı olan Seyîtxan Kuruj, stüdyodaki sabırlı ve titiz çalışmasından dolayı sevgili dostum Merdan ve moral desteğini hep yanımda hissettiğim Emirali Yağan

Berxûdar be, wes u war be.

Mart 2008

http://www.mikailaslan.net/?eklenti=kategori&ID=99#

Albümleri :

 

 

 



















Albüm Adı : Agerayis
Firma / Yıl : Kom Müzik / 2000



Agerayis

Maye;
Nero biko mamekiya vesnaye sipiya siri,
Çarna zerdike haki wax xerib,

Lac:
Ere vinde daye naye xo re to re vaci,
Kami vato bine asmên de haştiye çina,
Herde dewreşire wad bo peyser yene,
Heqo heqo yene – pepo pepo yene,
wiz wiz yene

Söz               :

Mikail Aslan

Şiir               :


Müzik           :

Mikail Aslan

Düzenleme :







Albüm Adı : Kilite Kou / Dağların Anahtarı
Firma / Yıl : Kalan Müzik / 2003




Kırmanciye

Kırmanciye, kırmanciye,

Kırmanciya siya u beleke,

Weşiye to de şirina,

Merdene to de şirina.

Hete to heşiriya,

Hete to ğeribiya,

Ez derde to re vaji,

Yaki derde xo re vaji.

Dina alem laşerde şi,

Yulm u tari bi daimi,

Dewe de page to rıznayi,

Yere page de roye to rıznayi

Söz               :

Mikail Aslan

Şiir               :


Müzik           :

Mikail Aslan

Düzenleme :






Albüm Adı : Miraz / Maya
Firma / Yıl : Kalan Müzik / 2005


Dağların kayıp anahtarını aramaya çıktığımda, bir eski fotoğrafın içinde, omuz omuza durmuş iki dervişin ellerine dikmiştim gözlerimi. El ele tutunmuş iki derviş, öyle mahzun ve arınmış bir edayla duruyorlardı ki, bütün zamanların en derin hüznü gizliydi bakışlarında ve sanki darmadağın bir kavmin tüm kayıp işaretlerini taşıyorlardı avuçlarında. Anladım ki, dağların kaybolan anahtarı onların avuçları içinde saklı!

Saygıyla uzandım ellerine; avuçlarındaki anahtarı almak için destur istedim: Aralandı önüm sıra görünmez bir kapı, girdim kutsal bir mekâna. Duru bir ırmağın kıyısında boş kürsüler duruyordu; dağılmış, tarumar olmuş bir cemaatten arta kalan, sulara yazılmış sözler, bir de...

Sönmüş ocaklarda, külün derinliğine çekilmiş ateşin bir anlamı olmalıydı?
Dağların Anahtarı’yla açılmış kapının beni daha nereye götüreceğini merakla beklerken; gümüş bir sandığa takıldı gözlerim; kapağını kaldırıp baktığımda, içinde demlenen bir topak MİRAZ duruyordu. Anlamı neydi bunun; neye işaretti ‘miraz’?

Hamurun olgunlaştırılmasında kullanılan özdü ‘miraz’; kök anlamı ‘miracle’, yani mucizeden geliyordu. Bu öz olmaksızın, hamur kamilleşip kıvama gelmez; yaratılış tamamlanamazdı. Almam gereken işareti almıştım!..
Tarihten gelen o esrarlı özü; yaratıya sürekliliğini veren o köklü mirası, daima hatırda tutmak için, elinizdeki albüme MİRAZ, Türkçe’siyle MAYA adı verildi...

Her çalışmamda yanımda olan ve beni sürekli motive eden Mürşidim Kamer Söylemez'e, albümün organizesinde büyük emeği geçen dostum Ergin Aslan'a, stüdyoda ki sabırlı ve titiz çalışmalarından dolayı Hakan Akay'a, kayıt olanaklarını sağlayan Hasan Saltık'a, Miraz Beytlerini Türkçeye çeviren dostum Emir Ali Yağan'a ve katkılarından dolayı Tahir Cengiz'e teşekkürler. Berxudar be!

 Miraz (Beyt 3) - Insano Kamıl

Serdar u serpilê xo vindbiye
Qomi raye saskerda, sayire xo bêkeso
Mızrabê sayiri werte gonya sure dero
Mılet cı ra kef u reqıs wazeno

Ez heyranê to bi asmenê pakayi
Perrê serê sodıri
Ni kemeri u vergi kotiyê tora varenê
Ez heyranê famê Insanê Kamıli
Zerê to de esqê gul u gulıstani

----------------------------

Tılsım bozuldu.
Yitip gitti yolehli dervişler, ekabirler
kimsesiz bir göğün altında heba olup gitti
şairlerin, bilginlerin bengisu içinde demlenen sözleri
ateşe düştü mızrap; iniler kan içinde
dünya ihtiras ve raks içinde
hiç olmadığı kadar çılgın!

ben, senin bengi yağmurlarla arınmış göğünün hayranıyım
sabahın fecri üzerinde kanat geren ey koruyucu melek
tufan biriktiren bu kara gökten
üzerimize yağan bu kurtlar, taşlar da ne?

ey bilge insan, cevrine hayran olduğum
bana içinin gül bahçesini göster!

Çeviri: Emir Ali Yağan

Söz               :

Mikail Aslan

Şiir               :


Müzik           :

Mikail Aslan

Düzenleme :








Albüm Adı : ZERNKUT / SiMYA
Firma / Yıl : Kalan Müzik / 2008

Îqrardar


No senê zemano têlmaso
Misayib îqrar misayibî nêdano
Bowa heqî bo tenê roştî biaso
Dermanê derdu kes nêvano
Vîcdanê heqiyê ker û lalo

 

Vacê derdê ma eskera bo
Xizir carê ma de bireso
Dermanê ma kî  eskera bo
Neçar û bindestanê dîna rê dêyax bo
Şayê îqrardaran biqêdîyo

 Qese û Muzîk : Mikaîl Aslan

 

Îqrardar (İkrar Veren)

 

Yol öyle garip bir zamana vardı
Musahip Musahibe vermez oldu ikrarı
Artık duymayıp lal olunca Hakikatın vicdanı
Hak aşkına bir nebze ışık gören,
Derdin dermanını söyleyen kalmadı

 
Susma, söyle ki derdimiz aşikâr olsun 
Varsın Hızır darımızda nazır olsun
Yoksulun, yoksunun, naçarın dermanına
Artık bir nebze umut payidar olsun
İkrar verenlerin yası son bulsun

 

Çeviri : Mikail Aslan

Söz               :

Mikaîl Aslan

Şiir               :


Müzik           :

Mikaîl Aslan

Düzenleme :





Zernkut ruhun derinliklerinde gerçekleşen bir yolculuktur

Zernkut ruhun derinliklerinde gerçekleşen bir yolculuktur…
Yüreğinizin sesine kulak vermelisiniz. Simyacı bilir ki: "Yürek nerede ise hazine de oradadır." Hatta yürek, simyacının kulağına fısıldar: "Ağlayacağın, gözyaşı dökeceğin yere çok dikkat et; çünkü ben oradayım ve hazinen de oradadır."
    
Yüreğinizin sesine kulak vermelisiniz. Simyacı bilir ki: "Yürek nerede ise hazine de oradadır." Hatta yürek, simyacının kulağına fısıldar: "Ağlayacağın, gözyaşı dökeceğin yere çok dikkat et; çünkü ben oradayım ve hazinen de oradadır."
insanın kendi hazinelerini bilmesi (marifetullah), (muhabbetullah)ise
sondajın içe açılımıdır.


Yurdundan kalkıp, ta Mısır Piramitleri´nin eteklerine kadar amansız bir yolculuk yaparak, kendine söylenen bir hazineyi arayan Endülüslü çobana Simyacı´nın dediği gibi:
"Yolculuk bir öğrenme yöntemidir.Bilmemiz gerekenleri bize öğretir."
Bazen bir hazineye ulaşmak için nice yolculuklar yapmalı ve kimse size inanmasa da yalnızca kendinize yüreğinize güvenerek yola devam etmeli,engelleri yılmadan aşmalısınız. Ve o yorucu yolun sonunda ulaştığınız şey , gerçek bir hazine olan kendinizi tanımak ve benliğinizi bulmaktır. O yolu giden herkes sonunda kendini bulur . Ve anlar ki,hazine benliği,keşfetmesi gereken de kendisidir.


Simyada ustalığa, mimari ve resimdeki gibi harici zanaatsal düzlemde görülen şekilde değil sadece dahili olarak ulaşılır; çünkü simya çalışmasını oluşturan kurşunu altına dönüştürme işi, zanaatsal ustalığı oldukça aşar. Simyacılara göre tabiatin kendi başına tahmin edilemeyecek kadar uzun bir sürede başarabileceği bir sıçramaya sebep olan bu işlemin mucizeviliği cismani imkanlarla nefsin imkanları arasındaki farka dikkat çeker.

Simya kendi hesabına esas olarak ne teolojik ne de etiktir. Zernkut, nefsin güçlerinin oyununu tamamen kozmolojik bir bakış açısından seyreder ve nefse arıtılması, çözülmesi ve yeniden kristalleştirilmesi gereken bir madde olarak muamele eder.

Simya öğretisinin kendini sırlarla gizlemesinin diğer bir sebebi de onun ancak ve ancak zorunlu aşamalardan geçenler tarafından anlaşılabilmesini sağlamak içindir. Simyacının geçmesi gereken eşik, manevi eşiktir. Simyacılar işlerinin en büyük engelinin açgözlülük olduğunda devamlı olarak ısrar ederler. Aşk yolu için kibir neyse ve bilgi yolu için kendini aldatma neyse, onların sanatı için de bu günah O dur.

Kral Halid ile Morienus arasında geçen konuşmada bu konuya dair şöyle söylenir. "Bu sanatın esası odur ki her kim onu nakletmek isterse öğretiyi bir üstattan almış olmalıdır…Ustanın bunu genellikle talebesinin önünde uygulamış olması da zorunludur… Çünkü kim bu işin sırasını iyi bir şekilde bilir ve kendi başına tecrübe etmiş olursa sadece kitaplarda bu işi aramış kişiyle karşılaştırılamaz…."
Zernkut temel metalden altın üretilmesi anlamının haricinde insanın kendisini olgunlaştırması ve manevi dünyasına inerek derinleşmesi biçiminde ikinci ve önemli bir anlam daha taşır.
 
Mikail Aslan, hayli zaman önce bir rüya görür.Rüyasında Piri Usé Séydi geçmiş zamanın birinde kendisini misafir eyler ve omzunun üzerinden başını usulca ona doğru çevirip,duaların kabul edildi cigeram der.Dersim´e gitmesi gerektiğini, orada bir yer belirterek define bulacağını anlatır. Mikail, Pirinin gecenin ve ayın sırrına sığınıp sokağa çıkar.Ama zamanin halifesi bekçilerine gece sokağa çıkanlara merhamet etmemeleri gerektiğini söyleyerek,"Gece sokakta kimi görürseniz görün, mutlaka cezalandırın, acımayın!" diye ferman eyler.


Bundan haberi olmayan Mikail, gecenin içinde bir bekçiye yakalanır. Bekçi ; kimsin ,nesin,gecenin karanlığında neden sokaklarda dolaşıyorsun? diye sorgular onu.Mikail, bunun üzerine Piri Usé Séydi´nin kendisine söylediklerini anlatır. Bekçi usulca anlatılanları dinler,sonra da gülmeye başlar: "Sen bir rüyaya kapılıp buralara kadar boşuna gelmişsin,anlaşılan akılsızın birisin.Ben yıllardan beri Pirim Usé Séydi´nin bu sözlerini duyarım rüyamda ,"Dersim´de bir define var,git onu al", der de ben dinlemem.Benim aklım başımda bir rüyanin peşinde koşmam" der. Mikail, yıllardır nedenini bir türlü anlayamadığı üzerindeki büyük ağırlığın kalktığını hisseder ve anlar ki: tarifteki o yer aslında Dersim in ne bir kasabası ne de bir köyüdür.Pirinin  define tarifi kendi yüreği ve ruhunun derinliklerinde gizlenen kökleridir…
 
Aynı yola düşmüş bir çok kafile ile birlikte zorlu yolculuk başlamıştır artık;
”Katarlar ardı sıra takılmış olanları umursamadan gider.Bu yolculuğa karşı koymak işe yaramaz, karşı duruşlar acı bir çığlık gibi kulakları doldursa da, katarı biraz yavaşlatmaktan, biraz hırpalamaktan başka bir şey yapamazlar.O güç içerde olanın aksidir.Mevcudiyettir.O güç, bir evin sokağa bakan camlarını kırma pahasına atılan,kücük bir taş parçasına sarılmış küçük bir kağıttır.Ağırlık Manasındadır .Rüzgar pekala bu ulağın arkasından gidebilir.Perdeleri çekilmiş,kapıları kapatılmış,sürgüleri sağlama alınmış bir sessizliği,ancak kırılan ve düşen ve dağılan kristaller çözebilir.Zaman işaretler bu kesiti.  Akla ve kalbe yazar bunu sayıklama diye…
 
Hiçbir dil kendini konuşmaz oysa… Konuşulan kalbin yitiğidir.Kayıp tacı başa takmak,alkış almak taht sahibi olmak için yeterli değildir,unutulmamalıdır ki,karanlığa giden yol da buradan geçer.Farkında olmanın neresindeyiz bilinmez ama güvercin tedirgini yüreklerde en küçük fısıltıyı isyan tetikler de meltem havasını kasırgaya dönüştürüverir sonra. Yolcu olmanın kutsal tarafıdır acıyı görmek… Varsın sürüklensin o vakit nefsler,suç rüzgara kesilmesin.Hafiflik yolcuda ,tarihte ve yazgı olmuş sözlerde aransın.
Olmazların kapısı beklensin… Beklensin ki; bekleyene hali,iqrarda gösterilmiş olsun.Aynı içecek sunulsun ayrı bardaklarda. 
 
Yolculuk devam eder ve Pir Usé Séydi seslenir yolcusuna sonsuz derinliklerden;
”Karşında kendini bulacaksın ey insan!
bir olmazın içindeyken bir başkasını. kapalı bir kapıyı beklemenin nihayetsizliğini. kırılmışlığında,kırılmışlığını…


Yalancı bir baharı ,büyük bir hatayı bulacaksın. Ve geleceğin bu yerde seni bekleyen büyük sırra nail olacaksın. ve gideceğin yerde bu sırrı aşikar etmeyeceksin. Harabeye çevrilmiş o savaş meydanında,ellerini toprakla yıkayıp,haritayı yeniden yapacaksın.


Git şimdi!
Kutsal yolculuğa doğru hazırlanmış  atlar var orada.Her bir nal sevda nöbetleriyledövüldü,ses çıkarmazlar ne kadar koştursanda… Ihtiraza mecalleri yoktur,şikayet etmezler. Çünkü onlar gidilecek yeri değil,sırtlarında taşıdıklarının sırrına ve ağır acı yüküne değer biçerler.”

Seslenir yolcu karanlığa;
”…Kim benden bilirse acılarını uçurum çiçeğimi ona vereceğim
görkemli endişelerimi felaketimi
ışıklı tennuremi ona vereceğim
son pervaneliğimi son yanışımı
geçmişteki saydam bakışımı ona vereceğim
peki benim için yanmasını kimden isteyeceğim…

Sisler ardında güneşim,gölgem acıyla akar ırmakta
uzun suskunluklar  çaldı esaretimi  kime sitem etsem ona mahkum,kimden geçip gitsem onda kalan kendine aykırı ıssızlık kendi sesine aşina şölen içinden çıkamayınca dışında kalan,içindeyken  mekánsız kalan benim diyeceğim tek şey hiçliğim,bana ait olmayan tebessüm aksi ağlamak gerek burada çocukça hesapsız,kuralsız,aynasız ve birazda gitmek sırtında sayıklama oysa olmaz bütün bu ışımalar
orta yerinde hayatın bir oyun
ortada bir oyun
ortaoyun

…Kim silerse gözyaşımı aynamı ona vereceğim
yalnızlığımı,acılarımı,ıssızlığımı
beni kim anlarsa ona gideceğim
kimi anlarsam onunla öleceğim
peki benim için ölmesini kimden isteyeceğim….

Dökün heybenizde ki kirli yüzlerinizi ve bulduğunuz ilk nehirde arınmayı dileyin sözün sahibinden… ”
 
Mikail, yolculuğuna Zernkut ile devam ederken, bize de sırra doğru yolculuğunu anlatıyor;
Beni yüreğimin özlem duydugu denli uzağa götüren kısraklar yolu hızla geçtiler.Bana yol gösterdiler ve beni Tanrının (yani Güneşin) bilgi insanını tüm kentler üzerinde taşıyan ünlü yoluna götürdüler.Oraya götürüldüm,çünkü beni oraya arabayı çeken bilge kısraklar taşırken,yolu güneşin kızları gösteriyordu.Yuvasında tutuşan dingil gürlüyor iki yanda vınlayan tekerlekler tarafından çevriliyordu.Bu arada Tanrının(yani Güneşin) kızları ışık için Gecenin evinden ayrılmış, elleri ile başlarından peçeleri atarak ona eşlik ediyordu. Gecenin ve gündüzün yukarıda tahtadan ve aşağıda taştan birer eşikle çevrili girişleri oradadır. Büyük kapılar kapalı, kendileri göğün yukarılarındadır, ve bunların değişik anahtarlarını cezalandırıcı Türe tutar elinde.Genç kızlar onu yumuşak sözlerle yatıştırdılar,ustaca onu yollardan engeli kaldırıp kapıları hızla geri itmeye ikna ettiler.Girişler açıldı,yuvalarında karıncalar ve çivilerle tutturulmuş pirinç menteşelerinde döndü kapılar, ve ucu bucağı görülmez bir boşluk göründü kanatlarının arasından.Genç kızlar arabayı ve kısrakları kapılardan dosdoğru yola sürdüler…


Sırların sahibi,sağ elimi ellerine aldı ve bana dönerek şunları söyledi:
"Ölümsüz sürücülerin eşliğinde seni taşıyan kısraklarla evime dek gelen genç adam,hiçbir kötü yazgı bu yolu geçmene izin vermiş olamaz-Hak ve Türeden başka .İnsanların yolundan uzakta yatar bu yol.Öyle ise her şeyi öğrenmelisin hem sırların ve hakikatin yalpalamayan maneviyatını ,hem de ölümlülerin hiçbir güven içermeyen sanılarını."

Ve niyaz eyler yolcu bunun üzerine;
"Geldim işte keder gibi kapına
sen lütufkár bir hünkársın
eğdirme başımı
göster iltifatını
ağırla beni ateşinin külünde"

Ancak kendi inşa etmek zorunda olduğu varlık alanlarında terbiye olmuş, ince kırmızı hatlarını dayatmadan fakat bu tanımlanabilecek sırlara riayet etmeyi erdem bilen ve bu sırların oluşturduğu birliktelikleri çoğaltan,hayat veren,hayat bulan direngen soluklar geçmişle gelecek arasında köprülük vazifesini yaparak kendini tanımak isteyene yol verebileceklerdir.Sükut soluklanmayı başlatır elbette ancak sese kulak kabartma kudreti elinde olanlar sırrın sancısını sırrı aşikar etmeden yeni ve güzel doğumlara dönüştürebileceklerdir…

 **

Dipnot:

Zernkut için bir şeyler yazmaya karar verdiğim günden itibaren bir gece ve gündüz hiç uyumadan onun müziğiyle kalemim kağıt üzerinde heyecanla  raks etti. Ve sonuç,  tam 8 sayfalık albümün oluşum felsefesini,simyanın öyküsünü ve yüreğimin kendi sesini bir araya getiren üstelik bununla da kalmayıp bu bileşenleri masala dönüştürmüş samimi bir yazı olarak elimde bir masal değil mesele gibi duruyordu.Yani benim düşünceme göre iyi bir yazıydı.
Fakat yazıyı okudukça içimi kemiren küçük bir kurt büyüdükçe büyüdü ve nedenini  anlayamadığım kocaman bir huzursuzluğa yol açtı. İçimden bir ses avazı çıktığı kadar bağırıyor ve burada eksik bir şeyler var diyordu ama onlarca kez tekrar tekrar okuduğum halde eksik olan neydi bir türlü bulamıyordum.
Nihayet bir  gecenin sabaha erişmek için acele ettiği vakitlerde aniden beni günlerdir perişan eden o eksikliği boşluğu yakalayıverdim;nasıl olurda fark etmezdim,simyaydı günlerdir üzerinde kafa yorduğum şey! Öyle ise yazıda buna uygun oluşmalıydı. Ama nasıl ?
Ertesi gün Sabahın erken saatlerinde ilk iş olarak önceki gün yazdığım yazıyı çöpe attım ve simya üzerine yazılan  ulaşabildiğim  bir çok yazı, Şiir, deneme, öykü, roman vb. ne varsa okuyup değerlendirerek notlar aldım(burada aklım yettiğince demek boynumun borcudur) Ve yukarıda okuduğunuz yazıyı daha önce yazılan, tarihe mitoloji olarak düşülen tüm bu anlatımların hepsini Zernkut üzerine harmanlayarak yeniden oluşturdum. Yani okuduğunuz yazı, kimi şimdiki zamana kimi ise bir asır öncesine ait onlarca ayrı dilin, anlayışın ve hikayenin tek bir yazıda vücut bulmuş halidir. Yani bu yazı Zernkut un kendisidir. Her satırında ve satır arasında emeğim olmasına rağmen bana ait değildir.Bundan sonra bu konuda yazacaklarım ancak benim yazdıklarım olarak imzalanabilirler.
İşte Zernkut´un aslında anlatmaya çalıştığı şey buydu; önce kibrini, ukalalığını, kıskançlığını, açgözlülüğünü yani maddiyatı aşarak   maneviyatına ve köklerine inerek bu yolculuğun öğretisini kavramak ve bu kavrayışla kendine ulaşmak. Ben, temel öğretiyi bu yazı üzerinden aslını bozmadan size aktarmaya çalıştım.
Mikail Aslan ise, müziğin ve Zernkut´un felsefesini birleştirerek bir başka boyutta, daha önce çizilen aşılmaz sanılan sınırları  zorluyor. İçine atıldığımız kör kuyularda derin ve şiddetli bir sarsıntıyla bizi sarsarak köklerimize maneviyatımıza  yani kendimize inen o meşakkatli ve mecburi YOL´a işaret ediyor.
Sevgili Mikail, sana  söyleyecek çok şey var hiç şüphesiz, ama ben nenem Geyik gibi ;” Xızır´ın eli hep omzunda olsun cigeram”demekle yetineyim. İyiki varsın…
Anlatım ve yazılarını aldığım yazar ve şairlerden bazıları şunlardır; Ahmet Muhip Dıranas, Emrullah Emin,Yavuz Başak,Mevlana,Newton, Robert Boyle, Sirdar Ali Ikbal Shah,Anders Sandberg,Peter Lorie ve Paulo Coelho.
 
Sevgiyle
 
Özlem Kahraman

 




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol