Balaban Aşireti / Aşira Balabanu

Balaban Aşireti Üzerine Kısa Notlar

     Balaban Aşireti Üzerine  Kısa Notlar


Balaban aşireti ile ilgili materyal topluyorum, araştırıyorum ve kısmet olursa bunları yazılı hale getirip yayınlamak istiyorum. Sınırlı olanaklara sahibim ve her konuya yetişecek koşullarım da yok. Bu bakımdan konu ile ilgili çalışmalarım ağır yürüyor. Doğrusu bu konuda pek aceleci davranmak niyetinde de değilim. Sağlıklı ve objektif bir yaklaşım için bunu gerekli görüyorum.

Balaban aşireti ile ilgili yazılara ilk olarak Ali Kemali’nın Erzincan ve Vet. Dr. M. N. Dersimi’nin Kürdistan Tarihinde Dersim ile M. Şerif Fırat’ın Doğu illeri ve Varto Tarihi adlı kitabında rastlamıştım. Bu kitaplar arasında, A.Kemali’nin eseri, içerdiği bilgiler açısından temel bir rol oynamaktadır. Öteki iki yazar, belirtmemekle beraber esas olarak bu kaynaktan beslenmişler ve kendi görüşlerini, bakış açılarını yansıtan kendi eserlerini meydana getirmişlerdir. Daha sonraki yıllarda birçok yerli ve yabancı yazarın Balaban aşireti hakkında yazdığını tespit ettim. Son yıllarda aynı aşiretin mensubu olan M. Ali Balaban, Balaban Aşireti Soy Seceresi adlı kitabını yayınladı.

M.Ali Balaban’ın, uzun yıllardır bu çalışmayı yaptığından haberdardım. O’nun, bir çok köyü bizzat gezerek gördüğünü ve bölgenin ileri gelenleriyle görüşerek Balabanlar hakkında bilgiler topladığına, çok yakından olmasa da tanığım. Doğrusu, bu kitabın yayınlanmasını yıllarca merakla bekledik. Nihayet yayınlandı ve ben ilk iş olarak bu kitabı edinip okudum. Kitabı okuyup bitirdiğimde, bende oluşan ilk intiba tam bir hayal kırıklığı idi. Sonra tekrar okudum ve bir değerlendirme yaparak bunun üzerine yazmaya karar verdim. Henüz yayınlanmamış olan bu yazımı, yeni gelişmelerle beraber tekrar gözden geçirip yayınlamaya çalışacağım.

M.Ali Balaban’ın eseri hakkındaki görüşüm kısaca şöyledir: Kitaptaki bilgiler kabaca iki bölüme ya da kategoriye ayrılabilir. Birinci kısım veya kategori diyebileceğim görüşler tamamen gerçeklerden uzak, uyduruk, amaçlı ve hiç bir bilimsel yanı olmayan metafizik görüşlerdir. Kitabın giriş kısmında hiç bir anlamı ve de gereği yokken, Arab çöllerinde Hz. Ali’nin komutanlarından Arap etnik kökenli Haris oğlu Malik ile başlayan ‘kayıp’ bir kimlik arayışı, hiç bir tarihsel kanıta dayanmaksızın Kafkaslar üzerinden Balkanlar’a, Dimetoka’aya varıyor ve oradan tekrar doğuya doğru Bursa ve Malatya üzerinden Dersim’de sürüyor. Tabii bu süreçte, mantıki olarak aslında Arap olması gereken etnik kimlik, Osmanlı ordusunun komutanlarından biri olan Balaban Bey veya Ince Balaban vasıtasıyla Türk kimliğine bürünüyor. Ve burada, ilk olarak Osmanlı-Türk tarihçisi Ahmet Refik tarafından ortaya atıldığını sandığım, -ilk kayıt niteliğindeki- iddia olan, Balabanların, Balaban bey soyundan ve Türk veya Türkmen oldukları şeklindeki faraziye, uyduruk bir ‘secere’ ile Balabanlılar tarafından Balaban aşiretinin atası olarak varsayılan veya kabul edilen Balaban’a eklemlenerek sahte bir tarih yazılmaya çalışılmıştır.

Açıktır ki bu yaklaşım, Türk milliyetçiliğinin sahte ve inkarcı tarih anlayışının Zazalar, Zaza kökenli yazar ve düşünürler arasındaki bir yansımasıdır. Ve M.Ali Balaban ilk olmadığı gibi, son yazan gibi de gözükmemektedir. Benim bildiğim Xormek (Hormek) aşiretine mensup Mehmet Şerif Fırat, Lolu (Lolan) aşiretine mensup olduğunu sandığım Burhan Kocadağ ve yeni yetmelerden Cemal Şener, Baki Öz gibi yazarlar Alevi-Zaza kökenli olup Zaza (Kırmanc) etnik kökenini inkar edip kendini Türk/Türkmen gören örnek tiplerdir. Şunu da biliyoruz ki, Balaban aşiretinin ileri gelenlerinin, Erzincan’da bulunan Osmanlı-Türk ordusunun general ve paşa rütbesindeki üst düzey komutanlarıyla Birinci Dünya Savaşı yıllarına denk düşen ilişkileri vardır ve bu ilişkiler daha sonra Atatürk ve CHP’nin tek partili döneminde de devam etmiştir.

Birinci dünya savaşı yıllarında, Balaban aşiretinin Wuşênu (Hüseyinler/Hüseyinan) kabilesinin (pêre) ileri geleni ve aynı zamanda Balaban aşiretinin reisi olarak kabul görmüş olan Gül Ağa’nın sorumluluğunda –genel komutanlığında- bir milis alayı teşkil edilmiştir. Kardeşi Mehmet Bey de, hem bu milis alayında önemli sorumluluklar üstlenmiş ve hem de Balaban deresi olarak bilinen bölgenin batıdan girişini kontrol altında alan mıntıkasında teşekkül edilmiş olan Selepür nahiyesinin, Gül Ağa’dan sonraki müdürlüğünü yapmıştır.

Doğu Dersim’deki halk arasında bu milis alayı, ‘Gülağa Alayı’ olarak bilinmektedir. Bu alay, Balabanlılardan -ve mümkündür ki Balabanlıların denetimindeki aşiretlerden- eli silah tutan yetişkin erkeklerden teşekkül etmiştir. Birinci dünya savaşında, 1914-15 yıllarına denk gelen çok kısa süre içinde teşkil edilmiş ve Erzurum-Sarıkamış hattında, Çarlık ordusuna karşı oluşturulan cepheye sürülmüş, Enver Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun hezimetinden sonra, kurtulanlar geri dönmüş, büyük oranda dağılarak her kes başının çaresine bakmaya çalışmıştır. M.Ali Balaban tarafından Halil Ağa oğlu Güllübey olarak secerede yazılmış olan ve N.Dersimi tarafından övgüyle anılan Gül Ağa, daha sonra aşiretinin bir kısmı ile beraber Malatya’ya göç eder ve taa ki Rus Ihtilalinden sonra Rus birliklerinin geri çekilmesinden sonra bölgeye dönerler. Bu süre içinde de ilişkiler devam eder ve Atatürk’ün Sivas’tan Erzurum’a ve oradan tekrar Sivas’a dönüşünde Gül Ağa’nın milis kuvvetleri de görev alır.

Bu bilgi, Gül Ağa ile aynı kabileden akrabalık ilişkilerine sahip ve Gül Ağa’nın milis kuvvetlerinde yer almış ve anlattığım olayda bizzat görev yapmış olan Çayırlı ilçesi, yeni adı Pınarlı olan Tolıstan (Tohlistan) köyünden Zeynel Ağa (Yıldırım) tarafından bana, 1980’li yıllarda aktarılmıştı. Birinci dünya savaşına yetişkin olarak katılmış olan Zeynel Yıldırım ile 80-90 yaşlarında iken kendisiyle defalarca sohbet etmiştim.

Ben sosyalizmi o ise Kemalizmi en fanatik biçimiyle savunuyorduk. Bana, M. Kemal’in kendisine, yolculuğun sonunda mükaffat olarak bizzat madalya verdiğini gururla anlatırdı. Ben de, M. Kemal’in kendisini ve Gül Ağa’yı kandırdığını söylerdim. Anne tarafından dedem olan Zeynel Yıldırım ile sert ama seviyeli tartışırdık ama dede-torun olarak hiç anlaşamazdık.

Bu, yaşanmış hikayeyi neden anlattım. Şundan: Gerçekten de başta Gül Ağa olmak üzere aşiret ileri gelenleri kandırılmış ve kullanılmıştır. Tabii ki bu, karşılıksız değildi. Eşitsiz ama karşılıklı çıkarlara dayalı bir işbirliğidir. Bir kaç kilo altın ya da gümüş lira, nahiye müdürlüğü, daha sonraları il genel meclis üyeliği, encümen azalığı, vb. bazı memuriyetler karşılığında Rus ve Ermenilere karşı kullanılmışlardır.

Detaylarına bu yazıda girmek niyetinde değilim. Ama kullanılan veya kandırılanların sadece Balabanlar olmadığını da belirtmek istiyorum. Doğu Dersim’de Çareku/Çarekızu (Çarekler/Çarekan), Sawliyu/Sawlızu (Şavliyan/Şahveliyan) ve Khuresu/Khuresızu (Kuresler/Kureyşanlar) aşiretlerinden de milis birlikleri oluşturulmuş ve Rus kuvvetlerine karşı savaşa sürülmüşlerdir. Şêvdin mıntıkasında Khuresu aşiretinin ileri gelenlerinden Sa Heyder (Şah Haydar) üzerine yakılmış halk türküsünde bu durum çok duygulu bir şekilde dile getirilmiştir. Bunlarla ilgili bilgi ve belgeler de mutlaka vardır ve yayınlandığında daha net fikirlere sahip olacağız.

Doğu Dersim Aşiretlerinden adlarını andığım bu dört aşiret dışında Hınıs ve Varto bölgelerinin en büyük aşiretlerinden olan Xormeku/Xormekızu (Hormekler/Hormekanlar) ve Lolu/Lolızu (Lolanlar/Lolanlılar) aşiretleri de benzer ilişkilere ve paralel yaklaşımlara sahiptirler. Bu ilişkiler ve yaklaşım biçimleri M.Şerif Fırat tarafından kendi eserinde büyük oranda sergilenmiştir.

Vatan Özgül’ün “20. Yüzyil’dan Önce Balanan Aşireti”, “Birinci Dünya Savaşı Öncesinde Balabanlar, Osmanlı Imparatorluğu ve Ittihat-Terakki ile Ilgili Bazı Belgeler” (I. ve II. Bölüm) adlı makaleleri, bu bakımdan önem arzetmektedir. Hem M.Ali Balaban’nın kitabında ve hem de V. Özgül’ün makalelerinde bu ilişkiler, yazışmalar şeklinde belgelenmektedir. Vatan Özgül’ün yaklaşımlarını daha ilerideki çalışmalarımda değerlendirmek istiyorum. Eğer genel ve kısa bir belirleme yapmam gerekirse, olumlu şeyler düşünmediğimi söyleyebilirim. Sadece Balaban aşireti ile ilgili çalışmalarında değil, Alevilik ile ilgili yazmış olduğu ‘Kiştim Marı (Evliyası) ve Tarik-Pençe Kavgası’, ‘Kızılbaşlık ve Türkmenler’ ve ‘Balabanlılar Hakkında Anket Çalışması’ gibi makalelerinde de yanlış ve bilimsel olmayan bir yaklaşım, dahası inkarcı, Türkçü ve Kemalist bir bakış açısı sergilemektedir. Balaban aşiretine mensup olduğunu belirten V.Özgül’ün bu tavrı, tabii ki üzücüdür. Ben beklerdim ki, eğitim görmüş bir genç olarak V.Özgül, meselelere bilimsel yaklaşan, gerçeği olgularda arayıp ortaya çıkarabilen biri olmalıydı.

Birinci Dünya Savaşı yıllarının koşulları ihtiyatlı değerlendirebilir ve bazı yaklaşımlar anlaşılır görülebilir. Ama nerdeyse yüzyıl sonra aynı ilkel mantığın sergilenmesi sadece hicap vermektedir. O dönemin koşullarında, ileri gelen insanlar, kendi küçük çıkarları için aşiretinin, halkının genel çıkarlarını feda etmiş veya bunu görememiş olabilirler. Ama yüzyıl sonra teknolojinin mükemmel imkanlarıyla bütün gerçeklerin ortaya sergilenebildiği bir ortamda, kendi dilimizde kendimize Kırmanc dediğimiz ama Türkçe ve yabancı dillerde Zaza olarak nitelenen halkımızın, ayrı bir etnik kimliğe sahip olduğunu görmemek veya kabul etmemek için art niyetli olmak gerekir diye düşünüyorum. Ama kötümser de değilim. Yazdıklarından, Dersimi yeterince tanımadığı anlaşılan V. Özgül’ün, bu yanlış ve güdümlü bakış açısını terk ederek gerçekleri göreceğini ve kendi Zaza (Kırmanc) ulusal kimliğini bularak gururla savunacağını umarım.

M. Ali Balaban amcamız ise, hiç de harcı olmayan bir konuya el atmış ve çürük bir teoriye sarılmıştır. Ama bu içi boş olan bu kof teorinin bize bir yararı yoktur ve olmamıştır da. M. Ali Balaban’ın kapasitesinin, sahip olduğu bilginin tarih yazmak gibi ciddi bir alan için yeterli olduğu kanısında değilim. Tabii ki araştırmacı kişiliğine, harcamış olduğu emeğe saygım var. Ama bu doğru olmayan, inkarcı ve amaçlı hikayeleri kitabına almasaydı daha iyi olurdu.

M. Ali Balaban’nın, kitabının ikinci bölümüne tekabül ettiğini var saydığım kategorideki çalışma ise, tamamen alan çalışmasına ve belgelere dayalı olduğu için değerlidir. Özellikle bir kaç nesli bir arada gösterebildiği –yer yer 7-8 göbek sayılıyor- ve bunları yazılı hale getirdiği için oldukça önemlidir. Tabii bu bölümde de bazı hatalı, eksik ve yanlış görüşler de vardır ve oldukça da karmaşıktır. Mesela tek tek köylerin orijinal ve eski adlarını bildiği halde, sadece bugünkü adlarını yazmış olması, Balyan (Baliyan) aşiretinin Balabanlarla bir alakası olmadığı halde, Balabanlı göstermesi, yerel bilgilerinin kaynağı olan kişileri anmaması veya yeterli bir önem vermemesi ve benzer hata ve eksiklikler vardır. Ama bunlar farklı değerlendirilebilinecek türden, kasıtlı olmayan hatalar olarak kabul edilebilir.

Vatan Özgül’ün makalelerini internet sitelerindeki forumlara asma niyetimi, not olarak makalenin başlığının üstünde ‘Ilerideki tartışmalar için okuyucunu bilgisine sunulur’ şeklinde belirtmiştim. Tekrar etmek gerekirse, niyetim bu görüşlerin tartışılarak konunun açığa kavuşmasını sağlamaktı. Tabii ki, bu aktardığım makalelerdeki görüşlere katıldığım anlamına gelmez. Aktarmadan sonra, ciddi bir değerlendirme yapılmamış olmasına rağmen, farklı tepkiler oluştuğu tespit edilebilir.

Haydar Şahin arkadaş, Xıdu (Xıdıku) aşiretinin, Balabanlara değil, Khewu/Khewızu (Kewan/Kewler) aşiretine bağlı olduğunu yazdı. Tabii bu da bir görüş. Ama Xıdu/Xıdızu aşiretinin, Balabanların mı, yoksa Khewu aşiretinin mi bir kolu/kabilesi (pêre) olduğuna dair bir kanıt yoktur. Bu durum sadece Xıdu (Hıdanlar) veya Xıdızu (Hıdanlılar) için değil, bölgedeki bir çok kabile için geçerlidir. Belki bu tip ayrıntıların açıklığa kavuşması da iyi olabilir ama bence daha önemli noktalar üzerinde durmak gerekir. Bence bu tip aşiretlerin kendi başına, bağımsız kabul edilmesinde bir sakınca yoktur. Ayrıca Baliyan aşiretinin Kürtçe konuştuğunu, Balabanlar’a dahil gösterilmesini anlayamadığını belirtiyor ki, bu doğrudur. Yukarıda da belirttiğim gibi Baliyanların Balabanlar ile ilgisi yoktur ve bu M.Ali Balaban’nın yanlış bir yargısıdır. Alevi inancına sahip ama Kürtçe konuşan bir aşirettir ve bunlar hakkında yazılı kaynaklar da mevcuttur. Ancak, H. Şahin arkadaş da Pülümür köylerinde yaşayan ve Doğu Dersim’de Bolu/Bolızu olarak bilinen ve yer yer Balu/Balızu denilen kabile veya aşireti Baliyan ile karıştırmaktadır. Bolu/Balu kabilesi, Khalu (Kalan) aşiretinin bir koludur ve Kırmızıköprü çevresindeki Pancıras (Çakırkaya), Aşkirege (Aşkirek/Kocatepe) ve Mazrakoi (Mezraköy) gibi köy ve mezralarda yerleşiktirler.

Bertal Kahraman arkadaş ise, öteki yazılarının tersine biraz tepkisel yaklaşmış ve bazı noktalarda bariz hatalara düşmüş. Ve hemen yazının başında ‘Dersim’de Balabanlılar isimli bir aşiret yoktur’ deyivermiş. Yazılarında seviyeli bir dil kullananan ve çoğu konuda parelel düşündüğümü sandığım sevgili Bertal’ın bu çıkışı, doğrusu beni şaşırttı. Yukarıda çeşitli vesilelerle ismini andığım Balaban veya Balavan aşireti, Doğu Dersim’in en yaygın aşiretlerinden biridir ve hakkında bir sürü kaynak var. Zazaca olaraka da Balabanu/Balavanu (Balabanlar) ve Balabanızu/Balavanızu (Balabanlılar) şeklinde bilinir. Latife olsun diye yazıyorum sevgili Bertal: Şeyh Hasananlılar (Şıxhesenu) övündükleri zaman derler ki ‘Dêsmu Çarê Gayiyo, Şıxhesenu Sarê Gayiyo’. Bunun biraz farklı veryantları da vardır. Örneğin, ‘Sarê Gayi, Lêsa Gayi’ şeklinde. Ama doğrusu tam tersidir. ‘Dêsım Lêsa Gayiya, Şıxhesenu Çarê Gayiyo.’ Öteki yaklaşımlarını paylaşmakla beraber, bu noktada ciddi olarak yanıldığını belirtmekle yetineceğim.

Araştırmalarını ve çabalarını taktir ama bir çok görüşüne katılmadığım Sayın Seyfi Cengiz de yine kendisine katılamayacağım bir noktaya temas etmiş. Şöyle yazıyor: “Dersim’de Dimetoka’dan geldiklerini söyleyen Balabanlar’ın Sarı Saltuk’la veya kendi reisleri Balaban`la birlikte Balkanlar’a gidip Sarı Saltık’ın halifesi Halil Ece önderliğinde geri dönenlerden olmaları mümkündür.”

Burada bir değil, birbiri ile bağlantılı bir kaç tane yanlış vardır. Birincisi, ‘Dimetoka’dan geldiklerini söyleyen’ Balabanlar, Balabanların tümü değil, sadece devlet yanlısı olan kesimidir. Ikincisi, ‘Dimetoka’dan geldiklerini söyleyen’lerin,…. ‘geri dönenlerden olmaları mümkündür’ diyerek bu görüşü benimser veya paylaşır konuma düşüyorsun. Oysaki, yine senin de aktardığın Cevdet Türkay ve daha bir çok kaynakda adı geçen Osmanlı dönemi belgelerinde Balabanlıların ‘Iran orijinli’ oldukları şeklindeki sav, gerçeğe daha yakındır. Tabii bu belgelere de ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor. Çünkü oldukça karışık ve yer yer çelişen durumlar arzetmektedirler. Sarı Saltık’ın ise, inanç üzerinden gelen ismi dışında, Dersim’le bir ilgisi olduğunu sanmıyorum.

Harzemli mahlasıyla yazan şahıs, makaleyi görünce hemen üzerine atlamış ve ‘anket’le ilgili çalışmayı aktarmış. Anket, güdümlü ve yönlendirici olarak hazırlandığından bilimsel bir değeri pek yoktur. Ayrıca katılımcıların % 66'sı gibi bir oran "Zazaca" bildiğini ifade ettiğine göre, bu aşiretin Zaza orijinli olduğundan kuşkulanmak bile abesle iştigal olur. Ayrıca Balabanlar’ın bir an için Türk/Türkmen kökenli olduklarını kabul etsek bile, C.Şener’in yaklaşımıyla bunların süreç içinde asimile oldukları ve Zazalaştıkları açıktır. Bu durum ilk ve tek örnek de değildir ve teorik olarak pekala mümkündür. Harzemli gibi sahte adlarla yazanları ciddiye almıyorum. Bu sitelerde, son dönemlerdeki moda deyimle ‘dezinformasyon’ yazılarının büyük bölümü bu tip sahte isim ve niklerle yazan kişiler tarafından asılmaktadır. Bu kişinin meşhur ‘TNT’ ile yaklaşım benzerliği vardır. Aslında şifre uygulaması gerekmektedir.

Son olarak konuyla ilişkisi olan başka bir noktaya değiınmek istiyorom. Ermeni soykırımı ile ilgili genel olarak Zazalar’ın ve özel olarak da Alevi Zazalar’ın (Kırmanclar’ın) yaklaşımının değerlendirilmesinde yarar var diye düşünüyorum. Geçen yıl, Ermeni kırımında Dersimliier’in ne tür bir rol oynadıkarının sorgulanması gerektiğini yazmış ve Zaza Forumu ile Alevi Forumuna asmıştım. O sıralar sorun tartışılıyordu ve TNT denilen mahlük küfür ve hakaret dolu yazıları konu ile ilgili yazılara eklemliyordu. Forum sorumluları bu yazıları silerken, benim yazılarımı da temizlediklerini çok sonraları fark ettim. Geçenlerde Hakkı Çimen arkadaş, Ermeni Soykırımı ile ilgili olarak Özcan Soysal ve Recep Maraşlı’ya çağrıda bulunmuş ve onların Şükrü Gülmüş ile beraber Orhan Pamuk üzerine yaptıkları açıklamaya itirazlarını belirtmişti. Ayrıca konu bazında Ibrahim Seven’in Güney Zazaları (müslüman kesim) ile ilgili bir yazısı çıktı ama kimseden yanıt alamadı. Sanıyorum konuyu öncelikle kendi aramızda tartışmamız ve ortak bir fikir oluşturmamız gerekiyor. Diyeceklerimi kısaca şöyle özetlemek istiyorum.

Ermeni Soykırımını, hem genel olarak Zazalar açısından ve hem de özel olarak Dersimliler, Dersimli Alevi Zazalar (Kırmanclar) açısından değerlendirmek zorundayız.

Yukarıda adlarını andığım doğu Dersim aşiretlerinin, Ermeni Kırımında ne gibi rolleri olmuştur?

Hamidiye Alayları’nın kuruluşu sırasında, Kızılbaşlar dışlanlandıkları halde, savaş esnasında oluşturulan bu Alevi-Zaza Alayları ne yapmıştır? Nerelerde konuşlanmışlardır?

Nuri Dersimi’nin de bahsettiği Seyit Rıza birlikleri, Erzincan’dan Erzurum’a kadar Karasu vadisi boyunca ne tür bir ‘temizlik’ yapmışlardır.

Güney Zazaları’nın Ermeni kırımındaki rolleri ne olmuştur?

Kaç tane Sünni Zaza Alayı vardı ve bunlar nerelerde konuşlanmıştı?

Ovacık’da da konuşlanan Gökdereli Şeyh Şerif komutasındaki Sünni Zaza Alayı hangi görevi icra etmiştir?

Hem Alevi Zazalar’ın ve hem de Sünni Zazalar’ın Ermenilerle genel ilişkileri nasıldı? Ermeni mallarına ve topraklarına, kim nerede kondu?

Bu sorular çoğaltılabilir. Ama sanırım bunlara cevap verdiğimizde sorun, büyük oranda ortaya konmuş ve açıklanmış olacaktır.

Biz Dersimliler genellikle, atalarımızın Ermenilerle olan iyi ilişkilerinden bahseder, savaş sırasında onları nasıl koruduklarını gururla anlatır, dururuz. Bunda bir gerçek payı olduğu kesin. Ama sanırım bu, sadece madalyonun bir yüzüdür. Öteki yüzünde ise yine atalarımızın günahları vardır. Biz sevaplar kadar günahlarımızı da ortaya koymak zorundayız.

Ermeni Soykırımı, bir insanlık sorunudur. Bu sorunu yeterince doğru değerlendirmediğimizi düşünüyorum. Doğru değerlendiremediğimiz için, kendimiz de aynı akibetten kurtulamamışız. Ama artık adım atma zamanının geldiğini söyleyebiliriz. Biz Türklere veya Kürtlere bakmak, onları örnek almak zorunda değiliz. Biz kendi bağımsız tavrımızı, günah ve sevaplarımızı açık yüreklilikle ortaya koymalıyız. Tarih bizden bunu bekliyor. Yarın çok geç olabilir.

M. Tornêğeyali

http://www.geocities.com/dersimsite/balaban.html

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol