Balaban Aşireti / Aşira Balabanu

Nazım Hikmet'e Eleştirel Bir Yaklaşım


Nazım Hikmet'e Eleştirel Bir Yaklaşım:




Nazım Hikmet'in Türk edebiyatı'na ve şiirine katkıları,şiiri'nin gücü tartışılmazdır.
Osmanlı dan kopulup cumhuriyet'e geçiş ve sonrası dönemde ki yaşamı boyunca, yüzyıla damgasını vurmuş biri olduğunu kimse yadsıyamaz. Özellikle özgürlük,demokrasi,emekten yana düsüncelerini siire aktarabilmiş , şiirinde yarattığı biçim ile hece ve aruz ölçülerinin dışına çıkıp, Serbest ama aynı zaman da biçimli yeni bir tür geliştiren şairlerdendir. Bu özellikler şairin olumlu taraflarıdır. Fakat tüm bu değerler halkın sanatını yapması gereken bir ozan için daha doğrusu Nazım için yeterli midir diye sorulacak oldugunda, ne yazık ki net bir "-evet " cevabı bulunamamaktadır ve verilememektedir. Bu boşluk veya çelişki etkisinin , Nazım'ın Türkiye de yaşadığı dönemdeki gelişmeleri doğru biçimde analiz edemediğinin bir göstergesidir.

Uluslar mozaiği olan Anadoluya küçük burjuva milliyetçisi bir yaklaşımla bakmanın çokta ötesine geçememiştir.
Gerceği tam olarak olmasa da gercege yakın bir değer de görmesi ancak yaşadığı ve birkaç kez ayrılmak zorunda kaldığı ülkesinden sonraki son sürgün yıllarına denk gelmiştir. Bu bile yeterli değildir.

1950 yilinda vatandaşlıktan çıkarılıncaya kadar olan süreçte Nazım Hikmet'in "yurtseverlik" ve "milliyetçilik" duyguları arasında derin bağlar görülmektedir. Oysa ki sınıflar arasında ki savaşım içinde olan ve ezilenlerin safında yer alan birinin yurtseverlik ve milliyetçilik arasindaki ayrışımı yapmış olması gerekir.

Yurtseverlik mi Nasyonalizm mi?

Nazım Hikmet küçük burjuva milliyetçisi bakış açısının da ötesine gidebilmiş ve nasyonalist bir yön bile katabilmiştir şiirine.

"Oğul;
bakmaz isem ben sana
haram olsun Türklük bana
işte ana gidiyoruz
vatan için ölmeye
gidiyorum öleceğim
dönmeyeceğim geriye
" diyen Nazım Hikmet'in gençlik dönemlerinde milliyetçi bir bakiş açısı ile dünyaya ve Türkiyeye nasıl baktığı açık seçik görülmektedir. Ona göre Türklük vatanı için ölmek olurken Çanakkale'de, Sarıkamış'ta, Antep'te, Adana'da ölenlerin hepsi de bu kimlik içindedir. Bu ruh hali ile şiire başlayan Nazım sonra ki dönemlerde de şiirlerin de bu karmaşık duygularını bir arada sergilemiştir.

"Uzak Asyadan gelip,Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim" derken bu toprakların sahiplerini ötelemiş , "uzak asyadan" gelmeyen ama bu topraklarda yüzyıllardan beridir yasayan halkları bu toprakların sahibi olmaktan çıkartmıştır. Ona göre bu "memleket'in" sahibi olmak "uzak asya" dan gelmekle esdeğerdir.
Davet şiirindeki “bu cehennem, bu cennet” tanımlaması; el kapılarının kapanmasına ve insanın insana kulluğuna son vermeye çağrı olan “bu davet”, özgürce ve kardeşçe bir yaşamın özlemini aktaran “bu hasret” bile Nazım Hikmet’in „uzak asyadan gelen“ bu haykırışını bastıramamaktadır. Nazım bir yandan Anadolunun emperyalizme kapıların kapatılmasını isterken öbür taraftan "uzak asya", "milliyetciligi"ne övgüler dizmektedir.

Anadolunun dış güçler tarafından işgal edilmesine karşı verilen halk mücadelesi sonrasında iktidara gelen asker-burjuva kökenli yeni sömürü düzenini, ülkenin biricik kurtuluş yolu olarak görmüş ve yönetenlerini adeta kutsamıştır. Oysa gercekte bu mücadele askeri bir başarı değil halkın dış güçlere karşı verdiği ve kazandığı bir mücadeledir. Asker ve milli burjuvazinin doğru dürüst bir emek harcamadan halkın yarattığı bu yeni değeri sahiplenmesinin, sömürmesinin savunulacak,övünülecek yanı yoktur.

Dogu da Rus Devrimi ile Çarlık Rusya'sının yıkılması ile Ruslar geri çekilmiş, Doğu cephesine giden binlerce asker tek bir kursun bile atamadan soğuğa ve hastalığa yenik düşerek ölmüştür. Erzincan / Kemah'a kadar olan güzergahta Zazaların direnişinden başka kayda değer ciddi birşey olmamıştır.

Erzincan, Seyit Rıza önderliğindeki Dersim aşiretleri tarafından kurtarılmış ve Ruslar Erzuruma kadar geri çektirilmiştir.

Yine İngiliz ve Fransızlara karşı verilen mücadelelerde de askerin değil halkın önderligi söz konusudur.

Burjuvalaşan Sarışın Kurt

Nazım Hikmet Kurtuluş Savaşı Destanın da ;

"Dağlarda tek tek
Ateşler yanıyordu.
...
Birden bire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar `üç' dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun kenarına kadar,
Eğildi durdu...
Bıraksalar,
İnce uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı.“
yazar.


Sarışın kurt'un yücelikleri sıralanmakta ve bitmek bilmemektedir.
"Gözleri çakmak çakmak çakmakta olan ve ,ince uzun bacakları üstünde yaylanarak Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacak olan" bu , sarisin kurt Nazımın yoldaş dediği Mustafa Suphi ve ondört arkadaşını Trabzon'a hileler ile getirten ve Karadeniz de onları linc ettirerek boğdurtan kurt'a ne kadar da benzemektedir oysa...

Afyon Ovasına atlamaya hazır olan , sarışın kurt, birkac yıl sonra Türkiye'nin ilk sosyalist çekirdeği'nin yok edilmesine ışık yakmış ve bunu başarmıştır.
Burjuvazi'nin daha yeni yeni palazlanırken yaptığı bu katliam, sosyalistlerin , ilericilerin , aydınların burjuvazi'ye karşı tutumu için dönüm noktası olmuştur. Nazım Hikmet daha önce yaptığı övgüleri bırakmış, Mustafa Suphi ve arkadaşları için kaleme aldığı bir şiirde yanılgısını gidermeye çalışmıştır. Ona göre; "burjuva"laşan "sarışın kurt" iktidarını güçlendirmek için "ulumaya" başlamıştır artık:

"Trabzon'da bir motor açılıyor
Sa-hil-de-ka-la-ba-lık
Motoru taşlıyorlar
Son perdeye başlıyorlar!
Burjuva, Kemal'in omzuna binmiş
...
Yoldaş unutma bunu
Burjuvazi ne zaman aldatsa bizi
Böyle haykırır
Hav..Hav...Hak..Tu"


Sipariş üzerine yazılan Şiir

Bir kaç sene öncesine geriye dönecek olursak; 1920 de 3 gün içinde Vala Nureddin ile birlikte, Ankara hükümeti tarafından sipariş edilen bir şiir yazarak, İstanbul gençliğini milli mücadeleye çağıranda yine, Nazım Hikmettir. Asker-burjuva önderliğinde ki hükümeti kurtuluş ışığı olarak görmüş ve bu mücadele için de asker olarak savaşmak istediğini belirtse de ögretmen olarak Bolu'ya gönderilmiş ve onların yanın da yer aldığını bu talebiyle göstermiştir.

“Gel ey imanlı gençlik, gel ey beklenen gençlik
Gel ki Anadolu’da senin bükülmez, çelik
İmanına, azmine ümit bağlayanlar var.
…..
O satılmış vezire, o satılmış hünkâra
O satılmış kullara siz de mi katıldınız?
Siz de mi satıldınız, siz de mi satıldınız?”
dizilerini yazarken yıl 1920 dir. 1925 te ise şiirler yazdığı bu kadroların namluları kendisine doğrulmuştur etkisiyle, Nazim ikinci kez Moskovaya gitmek durumunda kalmıştır.

Nazim Hikmet beş yıl öncesin de vezirlerin satılmışlığına vurgu yaparken kendisinin de birgün vezirlerin yerine gecenler tarafından "satılacağını" görememistir. Nazım Umut bağladığı, bu yolda mücadele ettiği hayalleri yıkılmış kullanıldıktan sonra bir kenara atılmıştır.

Sonra ki yıllarda Mustafa Kemal'e suçsuz olduğunu ve bırakılmasını istediği ama yanıt bulamadığı bir mektupta yazacaktır.
 
Nazım'ın Yaşadığı Coğrafyasının, dışındaki Evrenselliği

Nazim Hikmet'in "uzak asya" dan gelen bakış açısını yukarıda irdelemeye çalışmıştım. Adeta at gözlükleri ile bakan bu bakis açısında Kürtler,Zazalar,Ermeniler,Araplar ve diğerlerini yine inancsal yönüyle de Alevileri,Süryanileri,Ortodoksları vdiğer... da görememekteyiz.

Nazım Hikmet'in Sınıfsal bir duruşa sahip olduğunu düşünenler,Nazım'ın Olaylara bu açıdan bak(amadığı veya maya çalıştığı)tığını dolayısıyla da etnik ve inançsal temelde yaklaşmamış olmasının normal olduğunu ileri sürenlerdir
Etkisiyle İlerici bir duruş ve ahlakla bağdaşmadığını görmeleri gerekmektedir. Bırakalım sıradan bir demokrat bile bu tür olaylarda net olmalıdır.
Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunamayan bir sosyalist olabilir mi?

Başka uluslardan ve inançlardan insanların kendi coğrafyasında katledilmesine,yok edilmesine seyirci kalan biri ne sosyalist ne de aydın - ilerici olabilir. Nazim Hikmet yaşadığı topraklarda öldürülen, katledilen Kürtler, Zazalar, Ermeniler, Aleviler, Süryaniler... icin kaç şiir yazmıştır da halkın şairi olsun?

Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarını gören ozan duyarlılığını Koçgiri, Dersim gibi onbinlerce insanın katledilmesinde görememekteyiz ne yazik ki.


"Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar."


"Ben Asyalıyım , ben Afrikalıyım“"diyen Nazım'ın ben Zilanlıyım, ben Koçgiriliyim, ben Dersimliyim demesini de beklemek gayet normaldir fakat gerçekleşmeyen beklentilerdir.

Dersim de,Kocgiri de öldürülen binlerce insan ile Hirosoma da, Nagazaki de öldürülenler arasında hiç bir fark yoktur. Che 'nin dediği gibi, "dünyanın neresinde haksız bir tokat patlarsa sızısını kendi yanağinda duyandir" düşüncesine ve pratiğine sahip olmak gerekir. Aksi halde bu başkaları yapınca kötüdür,kötülenmelidir ,bizimkiler yapınca sessiz kalalım anlayışının dışa vurumundan baska bir anlam ifade etmemektedir.

Nazım Asya da , Afrikadaki atılan tokatları görebilmiş ama yurdunda atılmış tokatları görememiştir.
 
Orak-Çekici Çıkarılmış Avninin Atları

Nazim Hikmet'in Musta Suphi ve yoldaşları hakkın da yazdığı 28 Kanunisani şiirinin üzerinden yaklaşık otuz yil geçmiştir. Nazim bu sefer Avninin atları şiiriyle "Kuvayi Milliye" ruhunu çağırmaktadır. Nazim Hikmet 1958 de yazdığı Avni’nin Atları ile tekrar bir ruh karmasasını da beraberin de getirmiştir.

"Bu atlar Avni'nin atları
Kuvayi Milliye atları
kara yamçı altında ak sağrı dolgun
titrer burun kanatları,
bu atlar Avni'nin atları
Kuvayi Milliye gelecek yine,
şahin atlar aşarak yeli
çiğneyecek gavuru da, Anzavur'u da.
Kuvayi Milliye gelecek yine
hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da orak - çekiçli..."


Sonrasında ise " orak-çekiç" sözlerini çıkarır şiirinden. Can Dündar'ın Avni Arbaş ile 2003 yılında yaptığı ropörtajdan okuyalım:

A. Arbaş ve Nazım 1958'de Paris'te Abidin Dino aracılığıyla bir araya gelmişlerdi.
...
Röportajda o son buluşmaya dair çok ilginç bir ayrıntı anlatmıştı Arbaş...
Eve gittiklerinde "Şu şiiri çıkarır mısın" demişti Nazım...
Aradığı şiir, "Avni'nin Atları" idi.
Mektubu bulup getirdi Arbaş...
Nazım yüksek sesle okudu şiiri ve bir mısrada gelip durdu:
Kuvayi Milliye gelecek yine/ hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da orak - çekiçli..."
"Şimdi şu 'orak - çekiçli'yi sil" dedi şair...
"Ben silemem, al sen yaz" dedi ressam ve kalemi uzattı.
Nazım kalemi alıp çizdiği o mısraın yerine şöyle yazdı:
Kuvayi Milliye gelecek yine/ hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da ışık içinde..."


Ropörtajda ayrıca Nazım'ın Arbas´a:“ Keşke onbeş yılımı orada geçirmeseydim“ dediğini de okuyoruz.


Büyük Bir Ciddiyetle Yaşamak

"yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın“


Nazım politik olarak olarak netleşememiş , sosyalizm ile bütünleşememiş , gecen bunca zamanda kendisine gerekli olan dersleri alamamıştır.
Şiirleri seyahatleri gibi gidişli- gelişlidir. Adeta yalpalayarak, zik-zaklar çizerek yoluna devam etmiştir.
Herkesin kendi Nazım'ını yarattığı bir durumda bardağın su ile dolu olan kısmından ibaret olmadığını, bos olan tarafına da bakılması gerektiğini göstermeye çalıştım sadece.



Metin KAHRAMAN

Subat 2008






Yararlanilan Kaynaklar:

İlk Şiirler
Bir Bahriyelinin Ağzından
Kuvâyi Milliye Destani- Beşinci Bap
Kuvâyi Milliye Destani- Sekizinci Bap
Davet
Vatana
28 Kânunusani
Avni'nin Atları
Asya-Afrika Yazarlarına
Kiz Cocugu
Ağa Camii
Avni Arbaşla Ropörtaj - Can Dündar 2003
Yaşamaya Dair 1-2-3
Bu Dünyadan Nâzım Geçti
 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol